01 October 2009

Kobifinans 1 ekim 2009

Elektronikte 10 Milyar Dolar'lık Üretim Kapasitemiz Var

Peki, kriz sonrasını değerlendirirsek, artık daha temkinli ve kontrollü bir hayat mı başlıyor? Kesinlikle öyle olmasını bekliyoruz. O çılgın alışveriş patlamalarının yaşandığı günler geride kaldı. Elektronik sektörü açısından bakarsak, bizim de böyle bir beklentimiz yok. Yumuşak bir artış yaşanacak. Bakın, elektronik sektörü son 4 yıldır Türkiye'de bir büyüme gösteremedi. 10 milyar dolarlık bir üretim kapasitemiz var. Ancak 4 yıldır kıpırdamıyor, ekonomi yükselirken de durum böyleydi. Enterasandır, ekonomi düşerken de düşmüyor.

Yani statik bir halde devam ediyor. Kendi içinde, alt sektörleri değişiyor ama toplama baktığınızda, her şey aynı" Tabii bu durum bizi çok rahatsız ediyor. Türkiye'de bu kadar genç nüfus varken, yetişmiş elektronik mühendisleri, yazılımcılar 5 varken, bu sektörün çok daha iyiye gitmesi gerek. TESİD olarak biz bir strateji ve vizyon çalışması yapıyoruz. Bölgemizdeki en iyi insan kaynakları, en iyi üretim tesisleri bizde ama bir türlü sıçrama gerçekleşemiyor.


Öngörünüz nedir? Sizce 2010 da aynı şekilde mi geçecek?

Beklentimiz, bir kıpırdanma olacağı yönünde... Yüzde 5-10 arasında, küçük bir
büyüme bekliyoruz. Bununla birlikte bizim 6 alt sektörümüz var. Bunlardan bazıları, ekonomik değişimlerden daha az etkileniyor. Örneğin savunma, her zaman düzenli bir yatırıma sahiptir. Telekom bazen 3G gibi değişikliklerle ani çıkışlar yapabiliyor ve aradaki eksiği kapatıyor.


Bildiğimiz kadarıyla sektörde dış ticaret dengesi de zor bir darboğaz yaratıyor. Ancak özellikle böyle bir dönemde, daha ,fazla dikkat çekiyor…
Elektronik ithalatına baktığımızda yıllık 13,5 milyar dolarlık bir rakamla karşılaşıyoruz. Buna karşılık ihracatımız 5 milyar dolar civarında. Bu çok düşük bir rakam. Evet, çok ciddi bir dış ticaret açığı yaşıyoruz. Bunun temel nedenine baktığımızda, örneğin Türkiye'ye milyonlarca cep telefonu ve TV geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla elimizde ihraç edilecek fazla bir kalem kalmıyor. Tüketici elektroniğinde Beko ve Vestel gibi şirketlerin Avrupa'ya önemli bir ihracatı ve pazar payları var. Onlardaki sıkıntı da katma değerin düşük olması. Örneğin geçmişte, tüplü televizyon döneminde önemli bir katma değer sağlanıyordu. Şimdi LCD, plazma derken durum tersine döndü. Toparlarsak, Türkiye'de elektronik sektörü ithalatı yüksek, ihracatı düşük, üretimi de ortada duran bir sektör. Bu konuda Hükümet ile temas halindeyiz ve güzel gelişmeler de var. Örneğin Ar-Ge Yasası radikal bir dönüşüm yaratıyor. Elektroniğin en büyük özelliği, Türkiye'de en fazla Ar-Ge yapan sektör olmasıdır. Türkiye ortalaması binde 7'dir. Elektronikte yüzde 1,5'dur. Dolayısıyla bu yüksek bir yatırım maliyetidir. Ar-Ge Yasası, sağladığı kolaylıklarla sektör için önemli bir destek anlamına geliyor. Bunun yanında teşviklerin, 3G lisanslaması yapılırken Telekomünikasyon Kurulu'nun ortaya koyduğu "yerli Ar-Ge zorunluluğu" gibi adımların, 2010'da elektronik sektörüne çok olumlu yansıyacağını tahmin ediyoruz. Bu parametreler arka arakaya gelirse, elektronik sektörü de istediği sıçramayı yapabilir. Bilgi Teknolojileri Enstitüsü'nün (BTK) 3G lisanslamayla ilgili olarak, ilk yıl 400, ikinci yıl 600 kişilik Ar-Ge merkezleri kurulması gibi yaptırımları yar ve bu merkezlerde Türk mühendisler çalışacak. Tüm bunlar bize heyecan veriyor... Elektronik, çok değerli bir sektör ve ona sahip çıkmamız gerekiyor.

Peki, sektör temsilcilerinden nasıl sinyaller alıyorsunuz?

Açıkçası şu ana kadar çok olumlu sinyaller almadık. Durağanlık devam ediyor. Mevcudu korumak, ihracat yapabilmek, mümkün olduğunca az küçülmek gibi stratejiler var. 2010 yılında Ar-Ge Yasasının olumlu etkileri mutlaka hissedilecek. Ama Ar-Ge bir süreçtir… Kimse 'Hadi bugün Ar-Ge yaptık' diyerek, ertesi gün ürün bekleyemez. Bizim sektörde bazı standartlar vardır. Örneğin 18 aydan önce hiçbir ürün ortaya çıkmaz. O nedenle, dediğim gibi, biraz bekleyeceğiz.

Yan sektörlerde durum nasıl?

Elektronik yan sektörünün en önemli parçası bileşenlerdi. Türkiye'de bu sektör ne yazık ki yok, bileşenleri ithal ediyoruz. Olmaması da çok büyük bir dezavantaj.
Geçmişte bir deneme yapıldı ama başarılı olmayınca Türkiye bu pazara bir daha hiç girmedi. Bu ne anlama geliyor? Bileşenler pazarı olmayınca, ürün maliyetlerinin yüzde 60'ını ithalat oluşturuyor. Hiç bir kontrolümüz yok. Yan sanayimiz ise daha az katma değeri olan, aktif olmayan parçalara gidiyor. Mekanik parçalar, plastik par-çalar, trafolar, tuş takımları vb. Dolayısıyla oradaki rekabet de daha fazla oluyor. Örneğin bir elektronik devrenin kalıbını yaptırmaya kalksanız, 1000 şirket bunu  yapabilir. Ama bir bileşen üretemiyoruz. Yani işin en değerli kısmı Türkiye'de yok.

Peki, bu bileşenlerin Türkiye'de üretilebilmesinin önündeki engel ne?

Bileşenler çok geniş bir pazar ve çok yüksek adetlerle üretim gerektiriyor. Yani bir parçanın 30-40 milyon adet gibi üretimi söz konusu... Onu yapmak için de dönüp dolaşıp, marka, algı, kalite gibi sorunlara çarpıyoruz. Örneğin Güney Kore, en fazla USB flash bellek yongası üreten ülke.. Biz bunu Türkiye'de yapabilirdik. Bu saatten sonra bu treni yakalamak çok zor. Ama yeni fırsatlar var. Türkiye'de yapabildiğimiz en iyi şeyi geliştirmeliyiz. Örneğin yazılımdan iyi anlıyoruz ve çok iyi ürünler ortaya koyabiliyoruz. Bu alanda ilerlemeliyiz. 


Türkiye’de elektronik sektörü, yerinin ve konumunun önemine rağmen, sessiz-sedasız, kendi halinde ilerliyor. Sektörün güçlü ve önemli temsilcilerinin ortak gündemi, üretim kapasitesinin büyüklüğü karşısında, elektroniğin, krizden önce de sonra da büyüme fırsatlarının değerlendirilememesi…
Tüm sektörlerin altyapısını oluşturan elektronik, Türkiye’de bileşenlerinin çokluğu nedeniyle, ihracat kadar ithalatla da dikkat çekiyor. Fırsatlar yok değil… Ancak bunun için, öncelikle sektörde Ar-Ge’nin geliştirilmesi gerekiyor.
Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneği (TESİD) Başkanı Suat Baysan, KobiFinans Dergisi’nin Ekim-Kasım-Aralık 2009 sayısında yer alan özel röportajında sektörün geleceğini ve değişimin yaratacağı fırsatları anlattı.

Sizce krizin ne tarafındayız? Başı mı? Ortası mı? Yoksa sonu mu?

Ekonomik krizin nereden ve nasıl Çıktığını, sonrasında neler olduğunu çok konuştuk. Bunları tekrar anlatmaya gerek yok. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye de ciddi boyutta küçüldü. Bu durum, 2009'da da devam ediyor... Bunları bir tarafa kayacak olursak, asıl önemli konu, tüketici güveninin yeniden sağlanması... Örneğin otomotiv sektöründe bir deneme yapıldı, ÖTV indirimine gidildi. Bir anda piyasada araç kalmadı, bütün stoklar eridi. Bu durumun bizim sektörümüze de önemli bir faydası oldu. Ama yeterli miydi? Hayır! Sanki bir şimşek çaktı, bir anda her şey toparlandı. Şimdi araba almaya çalışın, stoklarda bulamazsınız. Sektörler bu harekete çok hazırlıksız ve plansız yakalandı. Aslında bu tür hareketleri (vergi indirimleri) zamana yaymak, uzun vadeli planlamak ve uygulamak gerekiyor. Bunu şunun için söylüyorum: Demek ki insanlarda para vardı, ortaya çıkarmıyorlardı. Çünkü güven yoktu. 'Şimdi alsam ne olur? Acaba bir süre sonra düşer mi?' gibi kaygılarla harcamıyorlardı. Örneğin şimdi kimse ev almıyor. İnsanların kafasında hala 'Biraz daha düşer mi?' sorusu var. Ama artık olmaz, fiyatlar belirli bir noktaya geldi ve durdu. Ekonomik kriz var diye kimse evini fiyatının yarısına satmaz, o da bekler. Az önce söylediğim gibi, demek ki para var. O parayı ekonominin içine katmak için, tüketicinin güvenini toparlamamız lazım. Bunun için de keskin hareketler yerine daha yumuşak geçişler yapmak gerekiyor.