Dark – Kara
Üniversite yıllarımda elektronik mühendisliği öğrenimimi sürdürürken hami (tutor) hocam Prof. Cooper ısrarla beni Fizik temel bilimini anlamaya
yönlendirmişti. Önceleri yüzümü gözümü buruşturmuş olsam da fizik meraklısı
olduğumu kesinlikle hatırlıyorum. Üzerimde mühendisliğin ağırlığını hissederek
kıvrandığımı, ikilemde kaldığımı da belirtmek isterim. Süregelen bir
hayranlıkla adlarını sayabildiğim yüzlerce ilim insanı arasında Max Planck,
Erwin Schrödinger, Werner Heisenberg, Albert Einstein, Steven Hawking ve
üniversitemizde bulunmuş Alan Turing, Ernest Rutherford, Niels Bohr… Bir yanım
klasik fizik, kuantum mekanik ile baskın diğer yanım ise mühendislik öğrenimini
tamamlayıp ülkeme dönmek üzere beni zorlamaktaydı.
Sanırım öğrenmeye çalıştığım kuantum teorisi çakışıklık (süper position)
ölçülene kadar aynı anda çoklu durumda bulunabilme, içimde yaşıyordu. Benim
durumumda ölçüm yapılması ile birlikte dalga denklemi (wave function) mühendislik
olarak benim gerçeğim (reality) ile buluşuyordu (collapse).
Mühendislik ile kenetlenmiş, teknolojinin kopmayan takipçisi olarak yola
çıkışımın ardından üzerime düşeni eksiksiz yerine getirmenin mücadelesi ile iş
yaşamımı sürdürdüm. Zaman içinde dönüşen çağ ile birlikte karşınıza çıkan
fırsatlar sizi yollarınızın çatallaştığı kavşaklarda farklı yönlere doğru
yöneltebiliyor. İpek yolu üzerindeki kervansaraylarda duraksadığınız ve daha
gün ağarmadan yükünüzü taşımak üzere hareket edeceğiniz an, sizi uyaran
yönetsel konuların sorumluluğunun farkındalığı… Yönetim bilimine ilgi, örgütsel
yapıların mükemmelliği ile mimarisinin sanatsal yaklaşımı yeni ilgi alanım
oluvermişti.
Oysaki içimdeki FİZİK aşkı hiç dinmedi, evrenin devasa boyutundan, elektronun
madde ile enerji arasına sıkışmasının gizemine kadar geniş yelpazedeki
okyanusta derinlere inmeden su altı dalış yapma alışkanlığımı geliştiriyordum
diyebilirim. Bilim insanlarına yetişmek, hatta kavramaya cüret etmek ile başa
çıkabileceğimi düşünmüyorum. Yeniliğe anlam verebilmek, basite indirgemek,
anlatabilmek ve anlaşılmasına öncülük edebilmek, üstesinden gelmek istediğim,
ısrarla şekillendirdiğim yaşam anlayışım haline dönüştü.
DARK dizisini tuhaf bulabilirsiniz. Dört aile arasında yaşanan karmaşık
ilişkiler, üstelik zaman içinde geçmiş ve geleceğe akıl erdirilemez seyahat ile
daha da çapraşık hale gelen sorunlar… Konunun dayandırıldığı doyumsuz,
büyüleyici somut fizik ekseni ile nasıl ilişkilendirildiğini olabildiğince
aydınlatmaya çalışmak sanırım seyir lezzetini kabartacaktır. Dark ile Fizik
arasında bağlantı kurmaya çalışırken dizinin bir bilim kurgu olduğunu
aklımızdan çıkarmadan somut matematiksel açıklamalar ile bağdaşmadığını
unutmayalım.
Astrofizik bilim insanları evrenimizde gözlemlenebilen toplam maddenin %85
oranında kara maddeden oluştuğunu açıklamaktadırlar. Araştırmaların yoğun
olarak icra edildiği günümüzdeki kara maddenin yapısı ve içeriği gizemini
koruması ve incelemelerin iğne ile kuyu kazmak misali uzun yıllar süreceği
öngörülmektedir. Nasıl oluyor da göremediğimiz, bilmediğimiz kara maddenin
varlığından haberdar olabiliyoruz, farkına varabiliyoruz? Madem ki Dark’tan söz
ediyoruz, öyleyse yüzyıllar öncesine sıçrayalım mı?
Isaac Newton başına düşen elma ile tanımladığı yer çekiminin varlığını
matematiksel formüller ile kanıtlamıştır. Newton yasaları ve bulgularını 1687
yılında Principia Mathematica
yayınında açıklamıştır. Ancak her türlü bilimsel gerçeğe dayanan bildiri iki
kütle üzerinde karşılıklı etkili olan kuvvetin tanımını aydınlatamamıştır. Einstein
özel görecelik kuramını uzun süre emek vererek geliştirmiş ve 1915 yılında ilk
kez Göttingen Üniversitesi’nde yer çekimini de (gravity) kapsayan genel görecelik
teorisini beyan etmiştir. Evrenin zaman/mekân dokusunda kütlesel varlıkların
(Yıldız, Güneş…) ağırları ile orantılı bir eğim oluşturmalarının yer çekimini
yarattığı anlaşılmıştır. (havada gerili duran bir çarşaf üzerine konulan bir
basketbol topunun yarattığı etki gibi). Eğimin kütlelerin birbirlerine
yaklaşmasının, ötesinde ışığı ve zamanı da büktüğünü ve eğdiğini de teorik
olarak ispatlayabilmiştir. Işığın bükülmesinin gözlemsel, deneysel doğrulanması,
29 Mayıs 1919 yılında tam güneş tutulmasını izleyen Arthur Eddington tarafından gerçekleştirilmiştir. Kara madde
varlığı nedeniyle evrenden dünyamıza ulaşan ışık huzmeleri bükülmekte ve
eğilmektedir. Kara madde ile ilgili daha birçok kanıt bulunmakla birlikte
öncelikli olarak çekim kuvveti (gravitational lensing) üzerinde durmak daha
doğru olacaktır.
Dark dizisi, Winden kasabasında kurulu nükleer santralin enerji üretimi
sonrasında elde edilen atığın kara madde olduğu üzerine kurgulanmış. Kara maddenin
yanlışlıkla tetiklenmesi neticesinde sürekli tekrar eden bir yaşam çevrimi
içinde ve felaket ile sonuçlanmaktadır. Kara madde ile çalışabilen zaman
makinasının keşfi ile birlikte gizemin ne denli arttığını izleyebilirsiniz.
Dizinin mükemmelliğini yansıtan diğer bir bilimsel gerçek Max Planck’ın
1900 yılında gerçekleştirdiği araştırma bulgularına dayandırılmaya
çalışılmıştır. Isıtılan bir maddenin yaydığı elektromanyetik dalganın
frekansının tatbik edilen ısı ile doğru orantılı arttığı bilinen bir gerçektir.
Planck kendisinin dahi şaşırarak gözlenemediği deneyinde, maddeye ısının
uygulanması ile birlikte elektromanyetik dalganın yaydığı foton ışınımının
yüksek frekanslara erişmesi, belirli bir eşikten sonra görülür ışık olması ve
ultraviyole bandından sonra ise ışınımın kesintiye uğraması… Fizik dünyasında
ultraviyole felaketi olarak geçen buluş sonucunda Planck foton titreşiminin süreklilik
oluşturmadığını ve paketler halinde kesintili olarak yayıldıklarını
kanıtlamıştır. Yayılan paketlere kuanta adını vermiştir, Planck
sabiti fotonların atomdan ayrıldığı enerji frekansı ve seviyesi olarak
tanımlayabilmiştir (1.626x10-35 joule saniye). Yadırganması oldukça
kolay, içimize sindirilmesi neredeyse imkansız bir doğa ilişkisi ile karşı
karşıya kalıyoruz. Işık kuantalar yani paketler şeklinde gönderildiği, alındığı
gerçeğinden yola çıkarsak, yaşamın ta kendisinin de sürekli akmadığı çerçeveler
halinde kesintili ilerlediğini de kabul ediyoruz.
Tekrar diziye dönersek saatçi ustası yaşadığı talihsiz kazayı düzeltebilmek
için zaman makinası icat etmek üzere kolları sıvamaktadır. Özünde kuantum
fiziği olan ancak kesinlikle hiçbir şekilde kanıtlanmamış düşünce seviyesine
bile erişememiş çerçevelerden iki farklı evreni yanlışlıkla türetir. İlki ile
birlikte üç evren eş zamanlı süregelen yolculukları ve yaşanan felaket ile aynı
şekilde kesintiye uğramaya devam eder. Her çevrim süresince, buluşlar ve icatlar
neticesinde üç evren arasında mekân geçişini keşfederler.
Winden mağaraları zaman, mekân ve evren geçişlerini kolaylaştırmak üzere
tamamlanır. Ancak harabeye dönüşün önüne geçebilmek için geçmiş ve gelecek
yolculuğu yapan oyuncular kendi gençlik ve yaşlılık halleri ile buluşarak bilgi
aktarmaya çalışırlar. Sonsuz, defalarca tekrarlanan çevrim felaketi ve yeniden
başlangıç serüveninde küçük bir farklılığın olduğu öğrenilir (loop hole).
Kuantum fiziği, kara madde, bilimsel araştırma, çapraşıklık aile ilişkileri
ile gizemli bir algılama yaratılarak seyredilmeye değer bir eser karşımıza
çıkıyor. Bilimsel gerçekler ile örtüşmemesine rağmen büyülü yaklaşımı ile
araştırma safhasında olan ve merakımızı zorlayan konulara dokunarak düşüncemizin
ışık gibi bükülmesini sağlıyor. Neden olmasın dedirtircesine izlenecek muhteşem
bir bilim kurgu, öykü, hikaye…
Fizik yaşamın kendisidir