Üniversite yıllarımı hiç unutamadım. Daha okulun ilk dönemlerinde ders kitaplarıma ve defterlerime Elektronik Mühendisi Suat Baysan yazdığımı 47 yıl sonra, bugün gibi hatırlıyorum. Aradan geçen bunca zamana karşı bazı kitaplarımı üzerindeki yapıştırma yazılar ile hala sakladığımı ifade etmek isterim. Aslında taze bilgileri keşfetmenin yegâne çıkar yolu kütüphaneye kapanıp kıymetli kitapları dikkatle ve içimize sindirerek okumaktı. İlginçtir, yıpranmış yazılı belgeler çağdaş buluşlara açılan yolların haritalarını barındırıyordu.
Şimdi yadırganabilir, internetsiz bir çağda nasıl olurda öğrenme zorlukları aşılabilirdi. Bana yöneltilen mantıklı birçok soruya gülümseyerek cevap veriyorum. Hayıflanmıyorduk, yakınmıyorduk, ne kadar güç olursa olsun öğrenme merakımız aksamadan devam ediyordu.
Günümüzde, bilgiye erişimin kolaylaşması neticesinde, parmaklarımızın ucunda ilgilendiğimiz konulara anında dokunabilmenin rahatlığını, çabucak kavradık. Genç arkadaşlarımıza imreniyorum. Zamanında kısıtlı kaynaklarla erişmeye çalıştığımız cevapları şimdi kısa bir çevrim içi gezintiyle bulmak mümkün. Peki, madem kolayca ve çabucak elde ediliyor bilgi, öğrenmeyi benimsemek mi? yoksa neyi nerede bulabileceğimizi bilmek mi daha değerli oldu? İnandırıcı olmanın kaldıracı her iki kanadı da dengede tutmaktan geçiyor sanırım. Ancak ısrarla vurgulamak gerekirse telaş ve hışımla cevabı arayıp bulmanın daha az kalıcı tortusunun olacağına olan inancımdır. Sonuç olarak istenilen hedefe basit ve hızlıca varmanın cazibesi öncelikli ve kaçınılmaz oldu.
Başarı ölçümü ise, bize her konuda yardımcı olmasını beklediğimiz araçlara doğru ve anlamlı sorguyu tasarlayabilme yeteneğinde aranmaya başlandı.
Yeni bir meslek dalı mı ortaya çıktı. Makinelere doğru soruyu sorabilme mühendisliği… Şaka değil son derece ciddiye alınması şart olan bu alanın gelecek öngörüsü sarsıcı etkileri olacağı yönündedir. Bilimsel gerçeklerle örtüştüğü fikrini benimsemek ve bulgularla yüzleşmek mecburiyetindeyiz.
Anımsıyorum, öğrenmeye çalıştığım en zor elektronik mühendisliği konularının başında elektro manyetik dalgalar “EM” ve radyo frekansları “RF” geliyordu. Nedenini uzakta aramaya gerek olmadığı kanısındayım. Temel bilimler bir gönül meselesiydi, elbette izini sürmek ve araştırma yükümlülüğü gelişi güzel olmayacaktı. Saygıdeğer hocalarımız Matematik ve Fizik derslerine neden bu kadar önem ve öncelik verdiklerini ancak zamanla kavrayabilmiştim. Bilgileri derlemenin karmaşıklığı, sulara derinlemesine dalarak, devamlılık gerektiren uğraşlar sonucunda çözülebiliyordu. Sabır, düşünme, hayal etme gibi yetenekler önkoşuldu.Öğrenim süresince radyo yayınlarını oluşturan dalgaların dağılımı ve alıcılarda karşılanmasının hesaplanması madde ve formüllerini anlamak için uğraş verdim. Öncelikle antenlerin görüntüsünün ve şeklinin çok basit olmasına karşı içerdiği matematiğin karmaşıklığını itiraf etmeliyim.
Antenler yayın yapan istasyonu doğrudan görecek biçimde ve işareti en verimli dönüştürecek usulde düzenleniyordu. Bir çubuk üzerine dizilmiş farklı boyutlardaki iletken parçalar üzerlerine düşen EM dalgaların frekansları doğrultusunda bir dalga boyu uzunlukta üretiliyor ve işaret algılanabiliyordu “induction”. Ünlü Japon bilim insanı Dr. Hitedsugu Yagi ve asistanı tarafından Yagi antenler, çığır açıcı bir keşif olarak 1920’li yıllarda iletişim dünyasına armağan edilmişti. Gençlik yıllarımızda evlerin çatılarında radyo ve televizyon kulelerini istikamet almış ve istasyonlara doğru çevrilmiş Yagi anten tarlalarını hatırlıyorsunuzdur. Çatılarda meydana gelen görüntü kirliğiyle birlikte ayarlama sıkıntıları nedeniyle yaşanan kazalarının da önü alınamıyordu. Haberlerde her gün tehlikeyi göze alanların, yeni bir ayar teşebbüsünü ve temiz görüntü mücadelesini izler olmuştuk.
Yagi antenleri bilgi ve iletişimin tek bir yönden tek bir ortamla sınırlı olarak sağlamakla kalmamış gelecekte hareketlenecek yepyeni çağdaş yaşam düzenine de kapılarını ardına kadar açmıştı.
1977
yılında üniversite BSc bitirme tezim de işte böyle bir dairesel “toroid” anteni
tasarlama ve Rugby Radyo İstasyonundan yayın yapan atomik saat işaretini
algılama üzerine kurgulanmıştı. Kısa adı MSF “Master Standard
Frequency” olan ve elektronik devrelerin
eş zamanlı “senkron” çalışmasına imkân sağlayacak atom hassasiyetinde saat
işaretini başarıyla CMOS mantık devrelerine aktarmıştım.
2000’li
yıllarda yenilikleri peş peşe keşfetmeye girişilmiş, üstün teknolojiler doludizgin
yaşantımızda yeşermeye başlamıştı. Elbette Yagi
antenlerin uzun süren ömürlerinin zamanla yetersiz kaldığını kabullenmek
durumundayız. Elektro Manyetik dalgaların belirli yönlerden cihazlarımıza
ulaşma çağı da sona ermişti. Günümüzde GSM cep telefonu yayını yapan baz
istasyonları örneğinde olduğu gibi sinyaller her eksenden cihazlarımıza erişme
kabiliyetine kavuşmuştu.
Bunca belirgin donanım üstünlüğü ve ardından akıl almaz yazılım geliştirme sürecinin meyvelerini şimdi tüketiyoruz. Nasıl çalıştığını umursamadığımız ve dert etmediğimiz cihazlarımızın küçücük bir parçasının Omni antenler olduğunu hatırlatmak isterim.
Bağlantılı kalabilmemizi ona borçlu olduğumuz her yüzeyden, doğrultudan, satıhtan, bölgeden, kesitten işaret alabilen ve gönderebilen irtibat bileşeni vazgeçilemez olmuştu. Benim bitirme tezimin Yagi ürünü sadece izleyebiliyordu. Oysaki günümüzde etkileşim çoklu ortamlardan Omni antenler sayesinde gerçekleşiyor.
Pazarlama dilinde Yagi kanal kavramı hiç kullanılmadı. Sanırım zaten doğal olarak uygulama safhasındaydı ve teknoloji o kadar hızlı gelişmişti ki içi dar kalmıştı. Özellikle e-ticaret stratejileri uzmanları kendini kaptırmış Omni kanal kapsamına yoğunlaşmışlardı. Alış verişin şifreleri değişmiş, müşteriye erişim mecraları allak bullak olmuştu. Bütün bu düzensizliğin çözümü Omni kanal karmaşıklığını anlamak ve yeni Pazar Gidiş Planları “GTM” icat etmekten geçmektedir. Pazarın erişiminin dilimlenmesinin çok ötesinde, aynı koşullar tedarikçiler ve çalışanlar için de yaygın olarak gündeme gelmektedir.
Açıkçası kendime şu soruyu sormaktan çekinmiyorum. OpenAI ChatGPT-4o “omni” markasını tercih ederek bir çırpıda yeni ürünün tanımını da açıklamış olmadı mı? Omni yaklaşımı, girdi ve çıktı karışımını eşleştiren ve benimseyen dolayısıyla öğrenen Yapay Zekânın Omni sürümü şimdilik çözecek gibi duruyor. Sakın yanlış anlaşılmasın daha yolun başındayız. Huzursuzluk hissetmeye gerek olmadığını düşünüyorum. Bir sonraki makalede akıllı soru “prompting” nasıl ustalıkla ölçeklendirilirin ayrıntılarına değinmek üzere…
Yaşamın ve düşüncenin çeşitlilik içinde renkli ve Omni devam etmesi dileklerimle.
İcrayı San’at Eyle
Not: Yagi antenlerini en çarpıcı
şekli ile bulmak için doğal ortamda kedinizin kulaklarına bakmanızı tavsiye
ederim. Kedilerin kulaklarındaki her tüyün uzunluğunun farklı olduğunu
göreceksiniz. En kısa olanın yüksek frekansları algıladığını düşünürsek neden
kedilerin 60 KHz üzerinde ses dalgalarına duyarlı olmalarına karşın insanların
duyum yeteneğin 20 Khz ile sınırlı olduğunu kavrayabiliriz.